Gençlik yıllarında Mussolini hayranlığı ile bilinen İtalya Başbakanı Giorgia Meloni, Arnavutluk’taki mevkidaşı Edi Rama ile bu yılın başında benzersiz bir göç antlaşmasına imza attı.
Çizme’ye, Adriyatik üzerinden ulaşmaya çalışan sığınmacılar, Arnavutluk’ta İtalya tarafından finanse edilen dev göç merkezlerine taşınacak.
Sadece dış çevresi Arnavutluk güçleri tarafından denetlenecek olan bu merkezlerin, içerisinde yalnız İtalyan yasaları ve İtalya’nın egemenliği geçerli olacak. Mülteci adaylarının hangilerinin Avrupa topraklarında kalacağı, hangilerinin ülkelerine “postalanacağına” İtalyan makamları karar verecek.
‘ARNAVUTLUK MİSAFİRPERVERLİĞİ’
Tüm Avrupa’da ilgiyle izlenen bu distopik projeyi “Arnavut misafirperverliğinin örneği” olarak lanse eden “Rama reis”in tereddütsüz sahiplendiği antlaşmayı, insan hakları dernekleri ve iki tarafın muhalif kesimleri “neokolonyal” bir uygulama olarak görüyor.
Arnavutluk’tan avukat Dorian Matlija misal, ağustos ayında ilk sığınmacılara kapılarını açacak merkezlerin, ülkenin “dış dokunulmazlığını” ihlal ettiğini ilan ediyor; “Arnavutluk topraklarının bir bölümünün, büyükelçilikler misali, yabancı toprak haline geldiğini” ilave ediyor: “Ne var ki büyükelçiliklerde personel akreditedir. Buralarda hiç bilmediğimiz insanlar söz konusu” diyor.
Avrupa değerlerinin aşınmasını kaygıyla izleyen sivil toplum örgütleri ve muhalif çevreler, antlaşmanın ayrıca uluslararası hukuk ve Avrupa Birliği (AB) yasalarına uygunluğunu sorguluyor.
Avrupa Komisyonu’nda uzun yıllar görev alan, İtalya’nın eski dışişleri bakanlarından Emma Bonino’nun kurduğu Daha Fazla Avrupa/+Europa Partisi lideri Riccardo Magi, örneğin yaz günlerinde start alacak projeyi “İtalya’nın Guantanamo’su” olarak nitelemekten çekinmiyor.
Bu sızlanmalara hiç kulak asmayan Meloni ise yeni dönemin komisyon başkanlığının pazarlıkları içinde olan Ursula von der Leyen’i avcunun içine almakta gecikmedi.
AB ülkeleri ve vasalları için örnek oluşturan antlaşmanın “üçüncü ülkeleri” kapsaması nedeniyle son kertede AB yasalarını bağlamadığına hükmedildi.
“Eski Kıta”da yeni bir “eşik” olan bu göç antlaşmasına böyle uzun yer vermemenin birkaç nedeni var:
1. AB’nin kurucu ülkelerinden birinde göreve gelen “aşırı sağ” bir hükümet başkanının sahip olduğu siyasi etki ve nüfuzunun ağırlığı ile “AB’yi içerden dönüştürme kapasitesi”ne çarpıcı örnek teşkil etmesi.
2. Aşırı sağın “normalleşmesi” ile ortaya çıkan domino etkisi…
3. Bu teamülün Türkiye’de ne anlama geldiğinin pek fark edilmemesi.
SCHOLZ BİLE ÖYKÜNÜYOR
Avrupa’nın bir numaralı sorununa dönüşen göç konusunda siyasi renklerinden bağımsız olarak hemen tüm siyasi liderler artık Meloni’yi örnek alıyor.
Hafta sonunda sonuçlanan Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde hezimete uğrayan “sosyal demokrat” Olaf Scholz’un dahi örneğin “Göçü Meloni’nin üçüncü ülkelere kilitleme” projesine gıpta ile baktığı söyleniyor.
“Neokolonyal Arnavutluk modeli”nin AB dışı Akdeniz kıyılarına, etki sahibi tüm diğer AB ülkeleri tarafından dayatılarak taşınması bu durumda işten değil.
Arnavutluk örneğini bu sebeple bir “pilot uygulama” gibi görebilirsiniz.
AP seçimlerinin tartışmasız galibi, yıl başındaki İstanbul seyahatinde İlber Hoca’nın dahi hayranlığını kazanan Giorgia Meloni oldu.
AB’nin Fransa ve Almanya misali büyük kurucu ülkelerinin liderleri, ağır kayıplar alırken Meloni, başarılı bir “Makyevelci” olarak zafere imza atan tek hükümet başkanı çıktı.
“Mussolini’den bu yana İtalya’nın gelmiş geçmiş en sağ başbakanı” olarak iki yıl önce yüzde 26 oy oranı ile hükümet başkanlığını devralan lider, Macron ve Scholz’un tarumar olduğu Avrupa turnuvasında oylarını 3 puan arttırarak yüzde 29’a ulaştı.
Sonuçların açıklanmasının ardından gülücükler dağıtarak yaptığı zafer konuşmasında, ülkenin ilk kadın başbakanı; “Bu benim iki yıl önce aldığım ulusal zaferden çok daha önemli” dedi: “O zaman bir vaade oy vermiştiniz. Şimdi icraatımı taçlandırmış ve bana ‘Hiç durma yürü’ demiş oldunuz!”
Sokaklarda duvar resimlerinde “Meryem Ana” tasvirleriyle gündeme gelen Meloni’nin, Brüksel’deki etkisi ve nüfuzu, popülaritesine koşut biçimde artacak.
Bu yüzden onu şimdiden “Avrupa’nın yeni Thatcher”i namıdiğer “Demir Leydi”si olarak anan çok.
AVRUPA TOTEMİ YIKILDI
Sıradışı gelişmelerin yaşandığı tabloyu kaygıyla karşılayan İtalyan düşünür Massimo Cacciari, La Stampa’da önceki gün kaleme aldığı başyazısında “Demokrasi, demokratların kayıtsızlığı arasında usul usul çözülüyor!” diyerek uyarmaktan geri kalmıyor: “Fransa’da Le Pen, Macron’u (AP seçimlerinde) ayaklar altında aldı, Belçika’da hükümet çöktü. Almanya ve Avusturya’da aşırı sağ, sosyal demokratların enkazı üzerinde yükseldi. Bunlar yaşanırken ‘Canım işte (parlamento çoğunluğunu ellerinde tutan!) Avrupacı ana akım partiler sonuçta yırttı’ demek vahametin ayırdına varmamaktır.”
Repubblica’da başyazar Ezio Mauro da keza farklı düşünmüyor: “Fransa ve Almanya’nın oluşturduğu Avrupa lokomotifi durdu!” diyen Mauro ekliyor:
“AB seçimleriyle kesinlik kazanan bir şey varsa o da şu: Bundan böyle hukuk devleti, liberal demokrasi, piyasaya dayalı sosyal ekonomi, refah devleti ve sorumlu kapitalizme dayalı bağlayıcı kurallar yok. Aşırı sağ ve milliyetçilerin hedefine dönüşen ‘totem Avrupa’ yıkıldı!”